Nişantaşı’ndaki binalarda gizli işaretler
Gül ve Haç Örgütü’nün İstanbul'daki bazı binalarda gizli
işaretleri var.. 30 Eylül 2010 / 13:17 16. Yüzyılda
Katoliklerin baskısından bunalan Protestanlar yeraltına indi ve
İstanbul’u merkez seçerek “Gül ve Haç” örgütünü
kurdular. İstanbul’da birçok tarihi binanın cephesinin gizli bir
yerinde Gül ve Haç işareti vardır. Bu, “Biz burada oturuyoruz”
ya da “oturduk” anlamına geliyor.. Örneğin Teşvikiye'deki
karşı karşıya iki büyük bina..
Arda Uskan, Takvim
gazetesi için sordu, Aytunç Altındal yanıtladı:
İstanbul'un
en büyük gizemleri arasında ünlü gizli örgüt Gül ve Haç
Kardeşliği de var. İstersen biraz bu konuya yelken açalım...
Gül
ve Haç'ın ortaya çıkması 16. Yüzyıla denk geliyor. Parecelsus
adlı birinin öğretilerinden yola çıkılıyor. Simya ilminin en
önemli isimlerinden biri bu adam.
Bütün Avrupa'yı
dolaşan bir gezgin. 1521 yılında İstanbul'a gelip uzun bir süre
kalmış. Onun öğretileri Gül ve Haç'ın doğmasına yol açıyor.
Yüzyıllardır olageldiği gibi onlar da Katolik kilisesinin
korkusundan yer altındalar! Protestanlar ile Katolikler arasındaki
savaşın gizli örgütü bu. Tabii bunlar Protestan.
Katolik
kilisesi neden kıllanıyor? Pek çok nedenden...
Bak,
Parecelsus şu sözleri söylüyor ve tarih16. Yüzyıl. Diyor ki,
"İnsanoğlu, doğal ebeveynlerine sahip olmadan
doğurabilir.
Özel bilgiye sahip bir Alşimist'in
(simyacı) marifeti aracılığıyla böylesi yaratıklar dişi
organizmalarda geliştirilmeden ve doğmadan ortaya
çıkabilirler!"
Adam resmen tüp bebeği tarif
etmiş...
Yaaa... Kıllanmaz mı Katolik kilisesi? Modern
ekonominin temel taşlarını yaratan düşünceleri de ortaya atmış
bu adam. Şöyle diyor, "İnsan tanrının kendisine verdiğini
çalışarak öğrenebilir.
Tembel
zenginlerin malları elinden alınarak onları çalışmaya
zorlansın!" Tabii bu fikirler kilisenin hiç hoşuna
gitmiyor.
Onun öğretilerini benimseyen Gül ve Haç
örgütü de yer altına sığınıyor anlaşılan. Bir de şu konuya
bir açıklık getirelim, insanların kafası karışmasın.
Mason'luk ile Gül ve Haç kardeşliği içi içe geçmiş iki örgüt
gibi görünüyor. Önce hangisi var?
Gül ve Haç 1550'de
ortaya çıkıyor. Masonluk ise 1717'de. Ayrıca Gül ve Haç'ın
başkentinin İstanbul'da olduğu kabul ediliyor. Bunu İtalyan bilim
adamları ve araştırmacılar ortaya çıkarmışlar. Prof İo Calvo
kitabında anlatıyor. 'Gül ve Haç örgütünün başkenti
İstanbul' diyor adam.
Yıl; 1910. Malum yakında savaş
çıkacak. 'Biz İstanbul'daki merkezi İtalya'ya oradan da
Amerika'ya geçirelim' diyorlar. 1912'de İstanbul'dan büyük bir
parti belge ve bilgi götürülüyor. İtalya'nın Milano ve Bari
şehirlerine. Oradan da Amerika'ya taşıyorlar ellerindeki bütün
gizli belgeleri.
1917'ye kadar burası başkent ama
1914'den itibaren sadece merkez olarak kullanılıyor. Belgelerin
hepsi gitmiş durumda.
İstanbul'un Gül ve Haç'ın
başkenti olmasının elle tutulur delilleri var mı?
Olmaz
mı? 1910-1930 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan birçok
binanın dış cephelerinin gizli bir yerinde mutlaka bir işaret
vardır. Bunlar Mason da olabilir, Gül ve Haç da. "Biz burada
oturuyoruz", ya da "oturduk" anlamına geliyor o
işaretler. Örneğin Teşvikiye'deki karşı karşıya iki büyük
bina...
Onları biliyorum. Biri İzmir Palas, diğeri
karşısındaki meslek lisesi binası...
Evet. O okul
öncesinde konaktı. Kont Bernardini konağı. Teşvikiye otobüs
durağının arasındaki büyük yapı. Oraya gidip bakarsanız en
üst katta yuvarlak büyük pencereler görürsünüz.
Onlara
'rose window' denir, yani gül penceresi.
Bernardini de
Gül ve Haç'ın son üstatlarından biri. Ve bu binanın tam
karşısındaki binanın tam tepesinde bir mabet vardır. En üstteki
iki katın pencereleri ile alttaki katın pencereleri farklıdır. En
üstteki pencereler, Gül ve Haç için de, masonlar için de çok
önemli olan ışık ve aydınlık anlamına gelen 'Nur'
pencereleridir. Kandil penceresidir yani.
Biçimine
dikkatle bakarsanız, mum ışığı şeklindedir. O zamanlarda
bunları bilmeyen tabii anlamıyordu ama bilen birisi bakıp gördüğü
zaman "bizden birilerinin bulunduğu" yer diyordu.
Mutlaka
Teşvikiye'den başka yerlerde de vardır!
Var tabii. Bu
insanlar bu binalarda1930'lara kadar kalıyorlar. Ama daha öncesinde
Gül ve Haç'ın Galata'da bir yeri var. Teşvikiye'deki yerde
üstatlar toplanıyor, Galata'daki yerler ise arşiv binaları.
Yoksulların bakıldığı yerler var mesela buralarda. Kont
Bernarditi 1877'den itibaren bu konakta Gül ve Haç'ın en büyük
üstadı olarak yaşıyor. İstanbul dünya başkenti olduğu
için...
O konak deyim yerindeyse Gül ve Haç'ın Beyaz
Sarayı oluyor...
Bravo... Evet White House diyebiliriz. O
dönemde Protestan Avrupalılar var İstanbul'da. Anglikan
kilisesinin Protestan kanadına mensup olan Alman, İngiliz ve
İsveçliler mesela. Bunların İstanbul'da aldığı çok önemli
kararlar var. Bunların başında da, 'Rusya'daki Yahudilerin,
Filistin'e göç ettirilmesi projesi' bulunuyor. Bu proje ilk defa
1824 yılında Rus masonları tarafında hazırlanmış.
Daha
İsrail'in 'İ'si yokken...
Hiç bir şey yok ortada.
Sadece Yahudilerden kurtulmak istiyorlar. 'Osmanlı'ya ait olan
Filistin topraklarına göndermek çok başarılı bir siyasi hareket
olur' inancındalar. Hatta siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, "Bizim
aklımızda böyle bir şey yoktu, ben Yahudilere, Arjantin'de
pampalarda boş bir alanda yer ayrılmasını istiyordum" diyor.
Anlayacağın Filistin'e göndererek adamların başını zorla
belaya sokmuşlar.
Gül ve Haç'ın İsveçli, Danimarkalı
üyeleri hep buradaydı diyorsun o yıllar...
Danimarkalılar
özellikle. Bu arada o döneme ait, günümüze kadar gelen bir
sözcük vardır; 'Daniska' deriz. 1910'lu yıllarda İstanbul'da
yaşayan çok fazla sayıda Rus ve Danimarkalı var. Sözcük
Danska'dan geliyor. Danimarkalı demek.
O zaman
Danimarkalı kadınlar var, bugün nasıl Nataşa diyorsak Rus
kadınlarına, o dönemde de en mahir kadınlar Danimarkalı hanımlar
kabul ediliyor!
Gül ve Haç'ın, başkent olarak
İstanbul'u seçmesinin nedeni ne?
Yaptıkları
araştırmalara göre İstanbul şehrinin üzerinde, gökyüzünde
kesişen enerji akımları var. Bunlara radyo akımları deniyor.
Dünyanın etrafındaki bu radyo dalgalarıyla 'insan temas
kurabilirse bilincin çok yükseğe çıktığına'
inanıyorlar.
Dünyada böyle yedi bölge var ve bunlardan
biri İstanbul'da. Burada yapılan törenlerde amaç, dünyanın
etrafındaki görünmeyen ama kaplayan o enerji dalgalarıyla
bütünleşmeyi sağlayabilmek.
1919'dan itibaren aslen
Gürcü olan Gurdgieff diye bir adam yönetiyor İstanbul'daki Gül
ve Haç'ı. Rusya'dan kaçıp gelmiş, Stalin ile aynı
köyden.
Gurdgieff önce Kars'a sonra İstanbul'a geliyor.
Bu adam İslami Rufai ve Hurufi tarikatları tarafından
yetiştirilmiş bir adam. Bu iki tarikat, İslam'daki okült
tarikatları. Gurdgieff, tarikatın öğretilerini en iyi bilen
adam.
Gurdgieff efendi nereyi mesken tutuyor?
Taksim
Sıraselviler'de bir yer tutuyor kendine ve orada müritler ediniyor.
Ortodoks asıllı tarikat şeyhi oluyor. Bunlar Gül ve Haç'ın
buradaki temsilcileri oluyorlar. Sonra Paris'e gidiyorlar ve Fontain
Bleu diye bir enstitü kuruyorlar. Bu enstitü bugün de var,
Gurgdieff ismiyle. Bugün ruhsal terapi ile uğraşan çok ünlü bir
sağlık merkezi.
Burada ilişkisi olduğu Türkler yok
mu?
Olmaz mı? Bir tanesi çok ilginçtir. Dr. Rıza Nur
diye, aslında hayli ilginç bir adamdı. Hatıratı da
yayınlanmıştı. Rıza bey aynı zamanda Lozan Konferansı'nda
İsmet Paşa ile birlikte Türkiye'yi temsil eden heyetin ikinci
başkanı. Ve Bu Gurdgieff ile de bağlantılı. Fikri bir
yakınlıkları var. Rıza Nur ve Gurdgieff'in hayatını inceleyen
bizim bir hocamız vardı. Cavit Orhan Tütengil...
Suikasta
kurban gitti sonra.
Tabii. Dinle... Tütengil, Cumhuriyet
gazetesinde Gurdgieff ve Rıza Nur bağlantısı diye bir yazı yazdı
ve bir süre sonra da öldürüldü. Cavit hocanın solculukla-
sağcılıkla fazla ilgisi yoktu. Atatürkçü bir adamdı.
Sen
öldürülmesini buraya mı bağlıyorsun?
Hayır
bağlamıyorum. Ben sadece olayları anlatıyorum, kim ne isterse o
sonucu çıkarsın.
Ben nasıl bir sonuç
çıkartmalıyım?
Cavit hoca İngiltere'de Rıza Nur ile
ilgili bazı belgeleri incelerken, Gurdgieff ile bağlantısını
bulmuş. Rıza Nur dengesiz, deli bir adam olarak biliniyor. Mesela
hatıralarında diyor ki, "Benim karım bir fahişedir, beni
defalarca aldatmıştır, sahtekar aşağılık bir kadındır,
maalesef ben buna düştüm!" Bunları diyebilen bir adam. Ama
dengesiz olduğu için bazen ak derken kara da diyebiliyor. Ayrıca
Gurdgieff'in öğretileri de ruhsal dengeyi bozabilecek öğretiler.
Son derece karmaşık, kafayı karıştıran şeyler. Tütengil
tesadüfen rastlıyor bu işe ve o yazıyı yazıyor.
Bir
Atatürk sevdalısı: Cavit Orhan Tütengil
Bilim adamı,
eğitimci, yazar. Tarsus'ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
ve İktisat fakültelerini bitirdi.
1944-1953 arasında
öğretmenlik yaptı. Arkadaşları ile Değirmen ve Çizgi adlı
dergileri çıkardı. 1960'ta doçent oldu. Rıza Nur'un elyazması
kitaplarını ve Ziya Gökalp'in Londra'da yayınlanan 'ilk' yazısını
bularak kamuoyuna tanıttı. 1970'te profesörlüğe yükseldi. 7
Aralık 1979'da silahlı saldırıya uğrayarak yaşamını yitirdi.
Hayatı boyunca insanlara, batılılaşmanın ideolojik boyutu olarak
Atatürkçülüğü önerdi.
Yakın tarihten ilginç bir
kişilik: Dr. Rıza Nur
TBMM'de iki dönem Sinop
milletvekili olarak yer aldı. Atatürk'ün Lozan'a yolladığı
devlet adamlarından biridir. Eğitim Bakanlığı yaptı. 1920'de
Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardım antlaşması yapmak üzere
gönderilen heyete delege olarak katıldı. Çiçerin ve Stalin'le
görüştü. Hükümet adına Moskova anlaşmasını Ali Fuat'la
birlikte imzaladı. Sakarya savaşına doktor olarak fiilen katıldı.
14 ciltlik Türk Tarihi'ni yazdı. 'İzmir suikastine karışanların
idam edilmeleri ve bunların kendisi gibi muhalif olması sebebiyle'
yurdu terk etti. Paris'e yerleşti.. Atatürk'ün vefatından sonra
Türkiye'ye dönen Rıza Nur, 8 Eylül 1942 yılında ölene kadar
Taksim'de bir evde yaşadı.
www.haber3.com dan alınmıştır
Yorumlar
Yorum Gönder