Emir Sultan
Emir Sultan soyu Peygamber efendimizin torunu Hz. Hüseyin e dayanır. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn. Ona, Buhara da doğduğu için "Muhammed Buhari", Seyyid olduğu için "Emir Buhari", Yıldırım Bayezit Han’ın damadı olduktan sonra da "Emir Sultan" denilmiştir.
Muhammed Şemseddin babasının ölümünden sonra kendi ifadesine göre bir gece Rüyasında Medine ye gitmesi ve ceddi Hz. Muhammed as. ziyaret etmesi söylenir. Yapı itibariyle yalnız ve sakin yaşamayı arzu eden Muhammed Şemseddin bir süre kararsız kalır. Belki de bu rüya, o kararsızlığının sonucu oluyor ki, kendi kendine ömrünün sonuna dek Medine de kalmayı ve ölünce de Hz. Peygamber in kabri yakınlarında bir yere gömülmeyi düşünür. İşte bu düşünce ile genç yaşta Buhara’dan Hac için kalkan bir ticaret kervanına katılır.
Mekke yolu İran’dan geçiyor. Tehlikelerle dolu bir yol. Soygun ve ölüm kol geziyor. Hele de Arap yarımadasını İran a bağlayan geçit tam bir ölüm vadisidir. Bu kadar tehlikeli şartlarda yapılan uzun bir yolculuk ardından Mekeye varılır..
Mekke ye geldiğinde henüz Hac başlamamıştır .
Önce Kabeyi tavaf eder ardından da Medine ye gider. Hacca kadar orada kalır . Emir Sultan’ın seyitlik iddiası ile ilgili o günlerde şöyle bir olay anlatılır.
peygamberimizin kabrinin bulunduğu Medine’ye varıp seyyidlere ayrılan bir misafirhaneye girip bir köşeye hasırını serer. Fakat her devirde olduğu gibi birileri çıkar ve ;
“Burası Seyyidlere aittir. Başkaları giremez” diye itiraz eder, “Bende seyyidim Hz Hüseyin’in soyundan geldim” dese de ispat etmesini isterler.
Etrafta tanıdığı olmayınca delil bulmakta zorlanır. Sonra “benim şahitliğimi yapacak birini buldum” diyerek misafirhane görevlilerinin kendisini takip etmesini ister. Fakat oradakiler karşı çıkar yol uzak buradan halledelim deyince , Kabr-i Saadet e gitmeden bulundukları yerden Hz. Muhammed (as) in türbesine doğru dönüp selam verirler, fakat cevap gelmez . Daha sonra, Muhammed Şemseddin selam verince karşıdan :
Aleykesselam ya veledi, ya Seyyid Muhammed Buhari. Orada bulunanlarla, odanın asıl sahibi olduklarını iddia edenler:
Esselat-ü vesselam-ü aleyke ya Resulellah diye haykırıp kendilerinden geçer sonra da, özür dileyip affetmesini isterler.
Hac günlerinde bütün hayatını etkileyen ve ona yön veren önemli bir rüya görür. «Hz. Muhammed (as.) ve Hz. Ali (R.A.) yan yana oturmuşlar. Emir Buhari de onların önünde diz çökmüş. Hz. Ali :
Ey oğul, sana Allah cc. tarafından soyun Hz. Muhammed in adabını, sünnetlerini takva yolu ile ehli İslam a göstermen için, Diyar ı Rum’a gitmen işaret olundu. Önünde nurdan üç kandil belirecek. O kandilleri takip et kandiller nerede gözden kaybolursa , orada kalacaksın. Mezarın dahi orada olacaktır.
Gördüğü rüyada kendisine söylenenlere uyarak Anadolu'ya doğru yola çıkar. Çölleri nehirleri ormanları aşar çok meşakkatli bir yolculuktan sonra 1391 yılında Bursa ya varır, herkesten uzak bir ibadet yeri, bir tekke, züht ve takva içinde yaşamaya başlar. Çünkü, üçüncü kandil de, orada kaybolmuştur.
Devrin büyük otoritesi Molla Fenarinin ayakta saygı ile karşıladığı bu yüce zat günlük geçimini temin için yerleştiği bu yerde talebelerini eğitmekten arda kalan zamanında baba sanatı olan çömlekçilikle uğraşır. Onun üstün ahlakı ve ilmi sürekli göz önünde olduğu için geçim yönüne pek değinilmez. O çömlek yapar dervişleri Bursa pazarlarında çarşılarda bu çömlekleri satarlar. Bu çömleklerde yapılan yemeklerin lezzeti hiçbir kapta olmaz.
Kuran-i Kerimin kelime kelime manasını çözmüş , Hz. Muhammed as. çok iyi tanımıştı . Zira, Hz. Muhammed as. bilinmeden Kuran-ı Kerim asla anlaşılamazdı. Hoca Alaüddin-i Erdebili ona ilk dersi böyle vermişti.
İç dünyasını geliştirmekle ömür harcayan büyük veli Somuncu Baba;O dış görünüşü ile güler yüzlü bir ihtiyardı . Ama, iç dünyası uçsuz bucaksız bir derya. Sır küpü idi. Melami iç aleminde erişilmez bir zenginlik taşıyan , aydınlıklar içinde ve fakat dış görünüşünde çok sade, basit intiba ı veren şeyhi idi.
Halk içinde kendini yok etmesini bilmek ne büyük meziyet ne erişilmez bir fazilettir. Çok dikkat edilirse, ortaya sabır çıkar. Zira, sabır dahi aklın temelidir. Bunun daha başka bir yolu yoktur.
Mana dünyasının bu ulu kişisi henüz fırınlarının yanında duruyor ve ekmeklerinin pişmesini bekliyor. Başında yeşil bir sarık sırtında nohudi renkte bir elbise olan, gözleri ışıl ışıl genç bir adam geliyor. Elinde küçücük bir çömlek var.
-Selam ün aleyküm babam
-Aleyküm selam »
Şeyh Ebu Hamideddin-i Aksarayı Hazretlerine ait yan yana iki küçük fırın
Somuncu baba ile Emir Sultan Hazretlerinin burada tanışıp dost oldukları nakledilir.
İki gönül ehli Bakışır .
Tek kelime yok. Bu sır aleminin iki büyük şahsiyeti , hiç konuşmadan tanışır. Sonra, Çömlekte aş var herhalde, der Somuncu Baba. Emir Sultan:
-Evet babam
-Fırına koyayım o da ekmeklerle beraber bişsin. Açıyor fırının ağzını kürekle içeri sürecek fakat hayret, çömlek girmiyor. Bir iki deniyor Olmuyor. Sonra dönüyor :
Anladım, bunu ancak sen fırına koyabilirsin, buyur kendin sür içeri. Emir Sultan küreği alıp çömleği fırına sürüyor ama fırın soğuk, ateş yok fırında. Kapağı kapatıyor. Somuncu Baba:
Birazdan pişer diyor.
-Peki babam. Böylece o da anlıyor onun sırrını. Rivayet ederler ki, o gün Ledün ilminden konuşurlar ve dost olular.
« Yıldırım Bayezid, Bulgaristan'da savaştadır. Engiros kalesini almakta zorluk çeker. Kale bir türlü düşmez . Çok asker kırılır. Yıldırım Bayezid böyle umutsuz bir mücadele içinde kıvranırken kale kapısının ardına kadar açıldığını görür. Hatta kapıyı açanı askeri de fark eder. Fakat, kapıyı açan asker gözden kaybolur. Fetih gerçekleşir kaleyi teslim alan yeniçeriye tek tek sorulur:
Kala kapısını kim açtı ? Fakat herkeste cevap aynıdır.
Hayır kapıyı biz açmadık .
Asker arasında yabancı bir erde yoktur. Yıldırım aldığı cevaplardan pek memnun olmaz. Bir an görüp sonra gözünden kaybolan bu yiğidi buldurmak için her yeri araştırır ama bir türlü bulamazlar. Padişahın ordusu ile Bursa'ya hareketi haberini atlılar önce den ulaştırırlar. Bir kaç gün sonra da Bayezid gelir. Karşılamaya çıkan devletin büyükleri arasında, henüz tanımadığı damadı Emir Sultanı görünce:
Engiros Kalasının kapısını sen açtın der. Sonra damat ve kayınpeder birbirlerinin ellerini öperler.
Hundi Sultan, hükümdar kızıdır. Bursa Sarayında kendi akranları ile beraber eğitiliyor ve adetlerine göre terbiye görüyor, yetiştiriliyor. İşte bu günlerde, bir gece şöyle bir rüya görür. Rüyasında :
«Hz. Muhammed as.) ona:
-Ya Hundi, oğlum Seyyid Buhari ile evlen. Sakın sözüme uymamazlık yapma der. Aynı rüyayı bir defa daha görür:
Niçin dinlemedin sözümü? der ve şöyle devam eder:
-Eğer ahirette şefaat bekliyorsan, dediğimi yap!....
Bunun üzerine Hundi Sultan rüyasını annesine anlatır. Annesi çok yakın bir akrabasını Emir Sultan a gönderir. Emir Sultan:
Biliyorum, der Hundi Sultan’la arş-ı ala = en yüksek yerde, en yüce makamda da nikah hutbesi okunmuştur. Amma, şeriat üzere burada da okunması gerekir. Hundi Sultanın adamı geri döner ve Emir Sultanın sözlerini nakleder. Böylece durum bütün saraya yayılır.
Bursa Sarayında Hundi Sultanın evlenme meselesi kararlaştırılıyor. Fakat, bundan henüz Yıldırım Bayezid in haberi yok. Muhakkak ki Hundi Sultanın annesi Devlet Hatun un onayı ile hareket ediliyor. Araya Molla Fenari giriyor. Zira, Emir Sultan ailesinden kimse yok. O yapayalnız bir adam. Elbette bu önemli anda ona yardımı ancak Molla Fenari yapabilir.
1389 Sırbistan hakimiyet altına alınmış ve Yıldırım Sırp kralı Lazar’ın kızı Maria Despina Olivera ile evlenme kararı vermiş ve 1390 da onun Niş civarında Kruşevaç (Alacahisar) Cami'inde Prenses Olivera ile nikahı kıyılır. Osmanlı sarayına içki ve sefahat bu tarihten sonra girdiği kabul edilir. Hundi Sultanın evlilik kararında annesi Devlet Hatun’un büyük rolü vardır. Zira, babaya hiç sorulmamıştır bu konu ve sorulmadığı içinde bunu fırsat bilen dalkavuk kesimi durumu bir fitne çıkarmak umuduyla Padişaha duyurmayı marifet sayar.
O günlerde, Bursa Sarayından Emir Sultan a bir atlas bohça gönderilir. Bohçada çeyiz denecek eşyalar vardır. Bohçayı getiren kişi: « Bunu efendimize gönderdiler» diyor.. Mevsim kış , odada mangal var. Emir Sultan kalkıyor :
Bizim de Valide Sultanımıza bir hediyemiz olacak. Götürüver diyor. Ve mangaldan kor parçalarını alıp gelen bohçalardan birine sarıyor: Al, bunu götür, kendilerine ver,diyor,
Adam telaşla Fesüphanallah Emir Hazretlerinin kerameti deyip gidiyor. Sarayda bohçayı açıyorlar ki o kor parçalarının her biri birer elmas olmuş.
Saraya mensup dedikoducu ve dalkavuk bazı kimseler, padişahın namusunu lekeleyecek gibi birtakım kötü sözleri Yıldırım Bayezid'e ulaştırmakta gecikmezler. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid, vezirlerinden Süleyman Paşaya:
- Kırk asker al, ikisinin de başlarını getir ... emrini verir..
Süleyman Paşa adamları ile Edirne den kalkıp, Bursa ya gelir. Askerlerine Emir ve Hundi Sultanın başlarını kesip getirmelerini emreder. Askerler, Emir Sultanı Bursa Sarayında ararlarken, Taceddin adlı Emir Sultanın dervişlerinden biri önlerine çıkarak :
Münafık sözüne uyup hadise çıkarmayın uyarısında bulunur. Fakat, dervişin konuşmasını Hundi Sultanla Emir Sultanda duymuştur. Emir Sultan hanımına :
-Ya Hundi duvarda asılı duran kepadeyi al. Bir ok koy, kirişi ger, sonra da evliyanın cümbüşünü seyret ... der... Tam bu sırada sipahiler odaya girmiş, girince de Hundi Sultanın elinde gerili duran yaydan her asker için bir yeşil ok belirir ve her bir ok bir askere saplanır.
Süleyman Paşa , olayı haber alınca hemen atına binip süratle yola çıkar. Fakat, bir duvar dibinden geçerken başına bir bağ çabası gelir ve o da orada ölür.
Hundi Sultan, kepadeyi gerdiği sırada Emir Sultan: Acele etmeyin, sabrediniz.. diyormuş . Sormuş :
-Sultan hazretleri görünürde kimse yok, acaba kiminle konuşuyorsunuz
Emir Sultan: Anadolu evliyası “geldiler” kıralım mı hepsini, bende acele etmemelerini söylüyorum, durdurmaya çalışıyorum cevabını verir.
Kırk erin ve Süleyman Paşanın ölümünü duyan diğer askerler manevi felaket korkusundan o gece Edirne'ye hareket ederler ve bütün olanları padişaha anlatırlar. Bursa kadısı Molla Fenari, Yıldırım Bayezid'e Emir Sultanın kerametlerini, aleyhinde söylenen sözlerin bir kaç kişi tarafından uydurulmuş olduğunu ve böyle ulu bir zatın Bursa ya gelmesi ile ehli İslam'ın saadet bulduğunu bildirir.
Bu mektuptan sonra Yıldırım Bayezit Bursa ya adam göndererek Emir Sultandan özür diler. Bu arada, Emir Sultan Yıldırım Bayezit e bir hokka gönderir. Bu hokkayı bazıları gümüş kutu olarak naklederler. Burada asıl mesele kutunun içindeki kerametidir. Emir Sultan, Hundi Sultan la ilgili dedikoduların padişahın kulağına gitmesi üzerine bir hokkanın içine ateş ve pamuk koyar, sonra bunu Yıldırım Bayezit e gönderir. Padişah , hokkayı açtığında bakar ki, ne ateş sönmüş, ne de pamuk yanmış . Bu, doğrudan doğruya Emir Sultanla Hundi Sultan arasında hiçbir şeyin olmadığını ispat içindir.
Ulu caminin açılışı yapılır Padişah Emir Sultana camiyi nasıl bulduğunu sorar..
Çok güzel olmuş, fakat bir eksikliği var. Yıldırım hiddetle eksiğini sorar. Emir :
Evet, o eksiklik de tamamlanırsa caminin üstüne olmayacak doğrusu . Emir Sultan her zamanki vakur ve edepli hali ile: Sizin için caminin dört köşesine dört meyhane yapılsa camiye gelmenize bahane ve dostlarınızla birlikte içki alemine kaşane olurdu cevabını verir.
Yıldırım cami ile meyhane bir arada olur mu? Deyince Emir:
Sultanım ,kalp, Hz. Allahın tecellisine mazhar bir evdir. Onu haram olan şarabı içerek meyhane etmek ve güzel vücutlu sakilerle puthane eylemek, caminin içinde meyhane yapmak demektir. Sizin halinize şaşırıyorum Madem ki, cami ile meyhanenin ayrı olmasını istiyorsunuz, hay hay. O zaman, içkiyi bırakmanız gereklidir.
Derler ki, Emir Sultanla aralarında geçen bu konuşmanın sonunda Yıldırım Bayezid kendini tutamaz ağlar ve tövbe eder.
Emir Sultan Hazretleri şu cümleyi çok tekrarlardı :
Allah yolunda olan bir kimsenin gönlünde Hak tan başka bir arzu bulunmaz.
Bir gün Uludağ a çıkar . Oradaki bir rahipten çok bahsedilmiştir. Bir görüşeyim ahvali nicedir. Rahip, gönül gözü açık bir kişi ve daima bedeni riyazatta bulunur, ibadetten geri kalmaz .Yılın on bir ayını Uludağ da bir ayını da Bursa Ovasının tenha bir yerinde geçirir. Keramet sahibi.
Körleri, sakatları, dilsizleri, sağırları iyileştirir, kötürümleri ayağa kaldırırmış. Kısaca onu havariye benzetirlermiş. Ruhani gücünü Hz. İsa'nın gücü ile hem-ayar tutanlar bile olur.
Bazıları , Emir Sultanın kendi manevi keşfi ile tanıdığı bu rahibi bir de yakından görmek istediğini naklederler.
Emir Sultan, rahibin ibadethanesinin kapısını çaldığında :
Safa geldiniz ya Emir Buhari..» hitabı ile karşılaşır ve sorar :
Sen benim Emir Buhari olduğumu nereden bildin? Ceddiniz Muhammed Mustafa’yı (as) rüyamda gördüm. Sizin buraya geleceğinizi ve adınızın Emir Buhari olduğunu bana bildirdi.
Peki niçin iman edip, buradan çıkıp ehli İslam a karışmıyorsun ? »
Evet Ceddiniz Muhammed Mustafa’nın (as) önünde iman ettim. Sonra bana şöyle dedi: Sen bütün Riyazat Gıdayı azaltmak sureti ile nefsi terbiye etmek perhizle yaşamak hayatınca sırtına giydiğin siyah elbiseyi değiştirmeden ve dinini bırakmadan otur, sakın başka yere gitme !.. Rivayet ederler ki, Emir Sultan Hazretleri, o gün rahiple zahir ve batın ilimlere dair görüşmüş ondan pek memnun olmuştur .
Molla Fenari ile dost olduğu ilk günlerde Bursa da bilgin geçinen zevat, bir gün kafalarında türlü sorularla dolu olarak Emir Sultanı ziyarete gelirler. Fakat, birden, soracakları soruları unutur, hatırlayamazlar .
Emir Sultan :
Utanma perdesini aradan kaldırınız. Zahir de bilgin olduğunuz belli. Sizlere hoş geldiniz derim. Durun, madem ki soruları hatırlayamadınız onları ben tekrarlayıp cevaplandırayım. Böylece, bütün soruları tek tek açıklar. Sonra da:
Ey din bilginleri, muallimi Cenab – ı Hak olan kimseyi imtihana kalkmak doğrumudur?
Molla Fenarinin huzurunda cereyan eden bu olayda hepsi pişman olup af dilerler.
1402 Ankara Muharebesi Emir Sultan bir çok defalar iki İslam ve Türk ordusunun birbirini kırmaması için dua eder hatta üzüntüsünü Yıldırım Bayezid e de açar. Ama, Padişahı bu konuda etkileyemez. Bunun üzerine kayınpederine tek kelime söylemez ve mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışır.
Timur un Bursa'yı zaptında Emir Sultan da esir edilir. Bu arada Molla Fenari de Timur un huzuruna çıkarılır. Kayıtlar da Timur'un onlara çok saygı gösterdiğini yazar. Hatta, Emir Sultanı kendi memleketine götürmeyi çok ister fakat kabul edilmez.
Kısa bir süre sonra Bursa ya gönderilen Emir Sultan ve Molla Fenari büyük bir üzüntü içindedir.. Daha önce den manevi bir işaretle savaşın sonucunu tahmin ettiği için bütün ciddiyeti ile Yıldırım Bayezid'e ikazda bulunmuştu.
Ankara Savaşı başlangıcında Hundi Sultanın niçin babamı yalnız bırakıyorsun ya emir sözüne;
Telaşın boşunadır ya Hundi. Bu savaş bizim aleyhimizedir. Bunu padişah hazretlerine daha önce
arz ettim. Deyince
-Ne olursa olsun.. şu anda babamın yanında olmanızı arzu ediyorum.
-Öyleyse Cenabı Hakka emanet ol.
İşte o zaman, Hundi Sultan ilk defa kocasının tayyimekan yolu ile hareket ettiğine şahit olur. Emir Sultan, birden odadan kayboluyor.
Onun cephede kısa bir süre kaldığı ve kayınpederi ile görüştüğü nakledilir. Ama Yıldırım onu eşinin yanına dönmeye razı eder:
Timur Bursa ovasına gelince askerleri her tarafı yağmalar halk çok büyük sıkıntılar içinde kalır son çare olarak Hazreti Emirden bir çare bulmasını ister.
Bunun üzerine Emir Sultan dervişlerinden birini çağırır ve şöyle der.
-Timur ordusuna git,orada sarı sakallı kırmızı yüzlü, kimsenin yüzüne bakmaz ,bizi yürekten sevenlerden bir eskici var. Ona selam söyle. Sonra deki bir aydan beri Müslümanlar yiyeceksiz kaldılar. Göçmezler mi acaba!..
Bu emri alan derviş, Timur ordusunda o eskiciyi bulur ve Emir Sultanın dediklerini iletir.
Eskici :
-Evet buraya geleli epey zaman oldu. Artık göç vakti geldi. Sonra elindeki iğneyi ipliği bir kutuya yerleştirir. O anda da orduda hareket başlar.
1429 yılında bir veba salgını Bursa'yı kasıp kavurur. İşte bu salgında sırlar sultanı Büyük veli 1429 yılı sonbaharında vebaya tutulur ve bundan kurtulamaz. Çok sevdiği Hacı Bayram – ı Veli kendi vasiyeti üzerine gelip son ödevini yapar. Cenazede Osmanlı Devletinin Bursa'daki devlet adamları ile Molla Fenari, dervişler, öğrenciler , tüccarlar , esnaf sanatkarlar ve bütün halk hazır bulunur . O sağlığında Ölenin ardından ağlanmaz dua edilir derdi. Ama Molla Fenari yaşlılığın verdiği heyecanla kendini tutamaz. Bunca olaylar olmuştu ama böyle ulu bir zatın ölümünün verdiği acı unutulmaz..
Yorumlar
Yorum Gönder